Avrupa'da Modern Devlet ve Mutlakiyetçilik Yükselişi 👑


Modern Devletin Doğuşu ve Mutlak Monarşiler

XV. ve XVI. yüzyıllardan itibaren Avrupa'da siyasi, sosyal ve ekonomik yapıda köklü değişimler yaşanmış, bu değişimler sonucunda Orta Çağ'ın feodal yapıları yerini modern devlet anlayışına ve mutlak monarşilere bırakmıştır. Bu süreç, günümüz uluslararası sisteminin ve ulus-devlet yapısının temellerini atmıştır.

Modern Devlet Anlayışının Temelleri

  • Feodaliteden Merkezileşmeye: Orta Çağ'da dağınık bir siyasi otoriteye sahip olan feodal yapılar, barutun ateşli silahlarda kullanılmasıyla şövalyelerin ve kalelerin önemini kaybetmesi, kentleşmenin ve ticaretin gelişmesiyle zayıflamıştır. Krallar, burjuva sınıfından destek alarak yerel güçleri (soyluları) kontrol altına almış ve merkezi otoritelerini güçlendirmişlerdir.
  • Bürokrasi ve Ordu: Modern devletin oluşumunda, merkeziyetçi politikaları uygulayacak profesyonel bir bürokrasi ve krala bağlı düzenli, maaşlı ordular kilit rol oynamıştır. Bu yapılar, vergi toplama, yasa yapma ve uygulama yeteneğini artırmıştır.
  • Hukukun Üstünlüğü ve Egemenlik Anlayışı: Jean Bodin gibi düşünürler, devletin egemenliğini (souveraineté) mutlak ve bölünmez bir güç olarak tanımlamışlardır. Bu egemenlik, hem içerde halk üzerinde hem de dışarıda diğer devletler karşısında bağımsızlığı ifade etmiştir. Thomas Hobbes ise 'Leviathan' adlı eserinde, toplumdaki kaosun önlenmesi için bireylerin haklarını güçlü bir devlete devretmesini savunarak mutlakiyetçi yönetimlere teorik zemin hazırlamıştır.
  • Ulus-Devlet Fikri: Reform hareketleri ve dinsel bölünmeler, kilisenin evrensel otoritesini sarsmış ve ulusal kimliklerin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Ortak dil, kültür ve tarih anlayışı etrafında şekillenen ulus-devletler, siyasi birliğin temelini oluşturmuştur.

Mutlak Monarşilerin Yükselişi

Modern devletin en belirgin formu olan mutlak monarşiler, kralın gücünün ilahi kaynaklara dayandığı veya ulusal çıkarları en iyi temsil ettiği inancına dayanmıştır. Bu sistemde, kralın yetkileri yasal veya anayasal bir sınırlamaya tabi değildir.

  • Fransa Örneği: XIV. Louis dönemi (1643-1715), Fransız mutlakiyetçiliğinin zirvesidir. Louis'nin 'Devlet benim!' (L'état, c'est moi!) sözü, mutlakiyetçi anlayışın özeti niteliğindedir. Versailles Sarayı, kralın ihtişamını ve gücünü sergileyen bir merkez olmuştur. Colbert'in merkantilist ekonomi politikaları, devlete büyük gelirler sağlamış ve askeri gücü desteklemiştir.
  • Merkantilizm: Mutlak monarşilerin ekonomi politikası olarak benimsenen merkantilizm, devletin zenginliğini değerli maden (altın, gümüş) birikimiyle ölçer. Bu nedenle, ihracatı teşvik edip ithalatı kısıtlama, yerli üretimi destekleme ve sömürgelerden hammadde elde etme gibi yöntemlerle ülke ekonomisini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Bu politikalar, devletlerarası rekabeti artırmış ve sömürgecilik faaliyetlerini hızlandırmıştır.
  • Askeri Devrim: XV. yüzyıl sonlarından itibaren ateşli silahların yaygınlaşması, daha büyük, profesyonel ve merkezi komuta altındaki orduların kurulmasını gerektirmiştir. Topçuluğun gelişimi, kalelerin yıkılmasını kolaylaştırmış; piyade birliklerinin önemi artmıştır. Bu 'Askeri Devrim', savaş maliyetlerini yükseltmiş ve daha güçlü bir devlet aygıtının (vergi toplama, asker toplama) gerekliliğini ortaya koymuştur.
  • Vestfalya Barışı (1648): Otuz Yıl Savaşları'nı sona erdiren bu antlaşmalar dizisi, Avrupa'da modern devletler hukukunun başlangıcı kabul edilir. Vestfalya, devletlerin egemenlik haklarını tanımış, kilise ve imparatorluk gibi evrensel otoritelerin gücünü kırmış, devletlerin kendi sınırları içinde mutlak egemen olduğu prensibini yerleştirmiştir. Bu, günümüz uluslararası ilişkiler sisteminin temelini atmıştır.

Yorumlar (0)

Yorum yapmak için giriş yapmanız veya kayıt olmanız gerekmektedir.

Henüz hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!